ÖLÜM VAR
Dün bir cenaze defni için Ayazağa'ya gittik.Akrabam,nadiren gördüğümde yüzünde bir deniz durgunluğu olan,konuşurken değil kelimeleri "Harfleri incitirim..." korkusuyla konuşan,pamuktan cümlelerle hitap eden sevgili Mevlüde ablamın cenazesine.Hiç düşünmeden "İyi bilirdim." diye şahitlik edilecek yeryüzündeki endemik insanlardan biriydi ve "Hakkımı helal ediyorum." cümlesinin kalpten gelerek söyleneceği rastlanması zor bir mübarek insan.
İslami olarak şahidlik yeterliliği olmayan biriyimdir,yüksek ihtimal."Öyle" kalbi temiz,kendini darı ambarında gören,dürüstlük iddiası olmayan biriyim.Çevremin/insan genelinin aksine kendimi kendime itiraf edebiliyorum.Oysa insanlar,genelde yaptıkları kötü-olumsuz şeyleri pek kabul etmiyorlar.İstisnası nadire olarak HERKES,denenmediği,yapma fırsatını bulamadığı şeylerin kahramanı olarak gösteriyor kendini.Herkes namuslu,herkes düzgün,herkes adil,herkes Müslüman,atatürkcü,laik,vs,vs.Bundan diyorum,İslami olarak bir ben varımdır şehadet yeterliliği olmayan.Mevlüde ablam,sayılabilecek iyi huyların hepsini kişiliğinde dercetmiş bir güzel insandı.
Niye Mevlüde ablamdan bahsediyorum gecenin bir yarısı?Hemen hepimizin evimizden çıkmış hatırladığımız bir meyyit-meyyite vardır.Genelde ölümle beraber sadece can/ruh değil fiziksel bir eksilme de olur.İlk defa bir ölüyü canlı halinden çok-çoook zayıf gördüm.Ve ilk defa,annemi,ağabeyimi toprağa verdiğim halde bir defin esnasında Necip Fazıl'ın iki mısrası yankılandı durdu içimde ve insanın nasıl bomboş gittiğini düşündüm.Düşünmedim sadece,oracıkta Gazze'yi,D.Türkistan'ı,hindistan'da Müslümanların yakılışını yaşadım."Dünya,hepsini yiyip tutsa bile insan bir kefenle,güzel bir tabutla hatta,kefensiz ve tabutsuz bile gidiyor.Niye bu kadar çaba?
İhtimal,mezarı kazanlar defnedilen kadar ölümden habersizdi.Defnedenler de ölümle meşgul değillerdi o an-ölüyle meşgullerdi.Ölüm,hepimizde kapıyı çalınca var oluyor,başkasının ölümü ölümün bizim için de olduğunu ıspatlamıyor.
Yoksa,
Her ölüyü defnettikten sonra "Dünya yalan ya hu,ölüm var!.." sade suya tirit bir laf olmaktan çıkardı.İnsan,önce kendine,sonra genişleyen bir dalga şeklinde çevreye daha adil,daha merhametli,daha yardımcı olurdu.Daha az yer-karnı doyunca hamd eder gözünü doyurmanın derdine düşüp sınırlarını başkalarının sınırları içine taşırmazdı.
Yoksa,
"Ya hu,ne büyük yemin ediyorsun!.." dendiğinde,herhangi bir canlının utancından intihar edeceği "Ettiğim yemin kendisi için ettiğim günahtan çok küçük..." şeklinde konuşamazdı.
Kamunun ormanlarını ormanlarını kestirip satamazdı.
İnsanlarla maden protestosu yapıp madencilerden beslenemezdi.
Yoksa,
Paranın değerini kendi değeri sanıp kibir dağlarının zirvelerinde dolaşa mazdı.Her satılan yeri almanın kişiliğini tamamladığı sanısıyla hareket edemezdi.Parasına yalayıcılık yapanların tanrısı sananazdı kendini.
Memurlara rüşvet vererek sevmediği insanların belki yüz/yüzlerce yıllık topraklarını ormana bıraktırıp,hiç hakkı olmayan kamu toprağını uhdesinde geçirtemezdi.
Belki hiç bilmediği su kenarı yeri çin Seddi gibi surlarla çevirip el koyamazdı.
Ölüme inansaydı insan Âdem olurdu oysa,ahlakıyla(?),namusuyla(?),inancıyla(?) adem oluyor.
İpincecik bir ceset,herşeyi,herkesi bıraktı gitti.Rabbim taksiratını af,rahmetiyle muamele etsin.Geride biz leşler kaldık.Kimi kendini parasından,kimi bir zamanlar elindeki devlete müzahir gücünden ve o güçle yaptığı pisliklerden,kimi nüfuzundan...dolayı yaşıyan insan sansa da...
Yorumlar
Yorum Gönder