HİKAYEM
HİKAYEM...
"Biz olamadık hiç biz'miş gibi olduk en fazla yada öyle yaptık." Siz..."diyen hiç kimse bilmedi "sen ve sen..." dediğini.Yaşadığımız bir hayat değildi iki ayrının mecburi birlikteliği idi.Benim sevmemin yaşantımızda bir karşılığı,bütünleştiriciliği yoktu,senin soğukluğun ayırmaya yetmiyordu.Benim sevgim senin soğuğunu gideremiyor-senin soğukluğun benim sevgimi donduramıyordu.Ben,sana göre hergün suç biriktiriyordum,sen,bana göre hergün biraz daha soğuyordun.Günler bir şekilde ayrılık biriktiriyordu ve bunu benim bozuk ruh halim olduğundan bile fazla hissediyordu.En yakın olduğumuz anlar ile aramızda kilometrelerin olduğu zamanlarda gönlünün gönlüme-bana olan uzaklığını hep gördüm.Konuştuğumuz zamanlarda bile (sahi,hiç oturup konuştuk mu?) sen bir boşluğa konuşuyordun,ben istemin dışında orda bulunuyordum.Konuştuğum zamanlar ben sana konuşuyordum ve sen hiç önemsemiyordun,bunu belli etmekte çok cömert davranıyordun.
Mutsuz zamanlar viraneler biriktirirmiş,insanın içi koca bir ören yeri olurmuş zamanla.Şimdi içime bakıyorum ve orada boşa kürek çekmiş,yorgun ölmüş "ben"ler görüyorum.Bir sürü mezarlık hepsinin taşında " yorgun ve sevilmeden öldü." yazıyor.Oysa,gezdiğim mezarlarda-mezar taşlarında isimler,ünvanlar,ne kadar çok sevildikleri yazıyordu hep."Hiç unutulmayacak"ları,"Yokluğuna alışamayacaklar"ı falan.Kitabe gibi mezar taşları.Benim mezar taşlarımda kısacık bir cümle;yorgun ve sevilmeden öldü.Yaşarken sevilmeyen,yok sayılan birini unutmak ne kadar kolaydır değil mi?Mezara koyup üzerini kapattığında o'nunla ilgili herşeyi de gömmüş olursun ve "iki günde" çürütür-unutursun.Var olmamıştı ki yok olsun.
Her ne kadar "biz" olamadıysakta senin sebep olduğun mutluluklarda yaşadım.Mutlu ettiğinden haberin bile olmadı belki,olsaydı buna izin vermezdin biliyorum,bu bilgiye son on yılda fazlasıyla vakıf oldum-ettin,teşekkür ederim.
Sevgi;benim aileme hiç uğramadı.Annemle babam hiç "biz" olamadılar-görmedim,hissetmedim.Anne-babamla biz çocukları da hiç "biz"leşemedik.Kardeşler olarakta çok farklı olmadık.Sanki,lanetli bir aile filmi gibiydik.Kaç aile üyesi o kadar ayrı duygular,algılar,kabuller.Bir abim değişikti,bu ailede herkesi " biz" etmeye çalışan bir abim vardı."Bugünlerde" O da uydu gidişata."Biz!" O'nu da "biz"e benzettik.O'nun iyi'den " biz"e giden yolunda kalan hepimizin emeği var fakat,babamın özel emeği hepimize bedel.
İlk'ler nasıl olursa devamı ona uygun oluyor yoksa yapı olmuyor.Benim yaşamımda üç ilk önemlidir;babaannem,bir Yurtyeri gecesi,orta ikiye giderken annemin tavrı.
Babaannem,yüzü, uzun süre yağmur görmemil topraklar gibiydi.Derin kırışıklıklar vardı.Hafif uzunca bir çene-kemiği belli olurdu.Elmacık kemikleri çok görünürdü.Beyaz saçlarının döküldü alnında hafif çizgiler vardı.Gözleri,bir düzlüğe açılmış çukurlar gibiydi.Babaannemin asıl tarifi şuydu bende;yumuşacık bir kalp,sıcacık sarılış,torunlarına merhamet ve sevgi akıtan bir pınar,güneşte gölgelik,soğukta sıcak bir yuva.Annemin istemez tavırlarını babaannemde hiç görmedim.Eğer biraz insani yanım varsa sanırım babaannemle yattığım çocukluk yıllarımda ondan geçmiştir.Babaannem, bende ki tüm olumlu oluşların ekicisidir.
Bir Yurtyeri gecesi...hatıratıma bir cam kesiği gibi işlenmiş,bir türlü kapanmayan yara...Mahkeme için giden babam gece yirmi üç otuzda gelmişti ve annemle ben/ikimiz vardık Yurtyeri'nde.Korkmuştu annem,ben henüz korkuyu tam olarak tanımıyordum herhalde.Annemin ürkek hallerini seyrediyordum.Köyden çokca uzak "bir dağ başı" ve gece...12 Eylül öncesi-terör yılları.Babam geldiğinde annem haklı olarak sitem edecek olunca,bir şeylerin ters gitmişliğinin etkisiyle olsa gerek babam "patlamıştı!" Annemin sülalesine sövmüştü ve annem karşılık verir gibi olunca dövmekle ve boşamakla tehdit edip evden kovmuştu."Dağ başı"nda bir kadın, gece...nereye gidebilir,bu hadsiz patlamaya karşı ne yapabilirdi ki...gitti,ahlat ağacının altında belki bir saati aşkın ağladı.Bugün o gece "biz" olamamayı ilk kez yaşadığımı anlıyorum.Babamı düşman gibi görmüştüm o gece,mert olamayan bir düşman;güçlü tarafında horlanınca zayıfı ezen bir düşman.Annemden de sevgi tattığım olmamıştı ama bu,bu zalimliğe düşmanlık duymamı engelleyemezdi.O çocuk aklımla şunu düşündüğümü hatırlıyorum "babam annemi sevmiyor." Bu tüm hayatımda yaptığım doğru tesbitlerden biri ve ilkiydi.
Çocukluk masumiyettir.Çocuk,sezgileri kuvvetli olup kişilik oluşumunda o sezgilerin önemli olduğuna çokca inanırım ve çocuğun en sezdiği şeyin sevgi olduğunu düşünür,buna pazarlıksız inanırım.Sevgiyi sezememiş-hissedememiş çocuğun doğru bir gelişim gösteremeyeceğini,güven/kendine ve etrafına sorunu yaşayacağını,bir tarafının hep boşlukta olduğunu hem gördüm-hem yaşadım.Ebeveyninde "yeteri" miktarda sevgi ve ilgi gören çocukların,ebeveyninden bazan şiddet görsede daha düzenli,daha güvenli ve kararlı olduklarını ise başkalarından gördüm.Sevgi,ilgi yok,şidet ya fazlaca var-ya hiç yok;çocuğun yokluğuyla eş bir durum. Zira,var olmak başka var oluşları getirir,getirmeli.
Ortaokul iki için yaz tatili bitiminde Tokat'a gideceğim,annemin elini öpüp-ısmarlaşacağım,elini vermedi ve ısmarlaşmadı annem.On altı yaşındayım.Koca bir karanlık oluştu annemin yerinde-koca bir sızı içimde "Ben ne yaptım ki?.." O gün içimde bir çok şey yıkıldı ve bir çok şey oturdu yerli-yerine.Sakat olan anne-baba sevgim darbe yedi.Babamdan Yurtyeri'nde görülen "zulüm" bana boca edilmişti.Bugüne kadar hep yanıbaşımda oldu bu üç oluş.Bir sevgi iki nefret ve hep benimle.Yıllar önce devlet televizyonunda oynayan bir filmde geçmişti "Çocukken anne-babası tarafında sevilmeyen kişi için sonraki bütün sevgiler boştur." Ne kadar doğruymuş..."Biz" olamamak eski ve muhkem temeller üzerine kuruluyormuş meğer.
Senin sebep olduğun mutluluklarda yaşadım,senden habersiz.Hatta,çok mutluluklar yaşadım,seni de haberdar etmeye çalıştım "Beraber yaşayalım,çoğalsınlar!" diye.Her çabam boşa çıktı,belkide ben çabalamasını beceremedim.Mesela,bir kurban bayramının ikinci günü halamlara bayramlaşmaya giderken ilk defa benden bir hareket olmaksızın elimi tutmuştun...nasıl ısınmıştı içim,nasıl güzelleşmişti dünya,ne kadarda aydınlanmıştı karanlıklar...Seninle evlenmiş olmak bile bu kadar güzel duygular yaşatmamıştı bana...Her akşam iş'ten eve dönmek ayrı bir mutluluktu,kanatlarım olurdu sanki.Sen uyurken seyrinle mest olduğumu da bilmezsin,kaçak bakışlarla vurgun yemiş halimi de...Ağabeylerime,yengelerime,kardeşlerime seni anlatırken ağzımdan mis kokular-sırf seni anlattığım için saçıldığını da bilmezsin..."Seni seviyorum" dediğimde kalbimin nasıl hızlandığını,gözlerine baktığımda o gece siyahı renginde rüyalara daldığımı da...bilmezsin değil mi?Ben "Seni seviyorum" derdim-sen "Hıhh!" derdin inanmazdın.Acaba,bir gün sevme duygumu öldürmeye karar verdiğinden miydi o "Hıhh!"? " Biz" duvarına konulan yuvarlak taşlarından mıydı o tavırların?Ben mi samimi değildim yoksa?
Salacak'ta-Kız Kulesi'ne karşı oturmuşum,çayımı yudumluyorum ve olaki son çayım bu.Birde türkülerim var,cıgaram hiç sönmedi.Gece yeni başladı-saat yirmiüç.Hava soğuk,sahilde buna rağmen hatırı sayılır bir "yoğunluk" var.Dünyada en çok fotoğraflanan yerlerden olan Kız Kulesi'nin müdavimleri bunlar.Hep aynı fotoğrafı-her gün tekraren çekiyorlar.Sadece günü temsilen takvimlerde sayılar değişiyor,havanın durumu aynı;güneşli,pırıl pırıl ve kuru soğuk,şehir aynı,insanların büyük kısmı aynı yinede çekiyorlar.Beton gibi buz-ayazın ayarsızı hava,gece mavisi,Boğazın sularında yıkanan iki yakanın ışıkları...geveze bir-ki martı çığlıklar atarak uzaklaşıyor,ay koca ve güçlü bir fener.
Böyledir bazan;seven sevilenden habersiz iki kişilik yaşar sevgiyi ve sevinci.Sevilen, farenin küstüğü dağ umursamazlığı ve kibrinde olsa da seven yaşar işte!Nedendir acaba;tüm sevmelerim/sevgilerim tek kişilikti?Karşımda ki kalbe çarpıp çoğalarak dönen sevgim olmadı.Çarptığı kalplerde dağıldı kalbim,koca bir yara oldu göğsümde.En çok orası yalnız kaldı,en çok orası yandı,en çok sende dağıldı.Kalbimin yöneldiği en sert kalp seninkiydi,tırmandığım en yüksek dağ senin kalbindi,boğulduğum en "büyük" denizdin/büyük olduğunu,seni benim büyüttüğümü kalbime saplayıverdiğin buz parçalarından sonra anladım.Ben sevmeyi seviyorum ve sevdiğimden bir kez olsun geri dönüş bekliyorum,dönen;koca bir boşluk.
Her kadını senin üzerinden kutsadım,her kadını senin üzerinden korudum-koruyabildiklerimden.Her kadında biraz seni gördüm...kiminin yürüyüşünde,kiminin gülüşünde,kiminin bakışında,kiminin bedeninde,dilinde,halinde...istisnasız her kadın biraz sendin/biraz sendendi.Onun içindir ki tüm kadınlar kötülüklerden,kötü sözletden,gözlerden...korunmalı,kıskanılmalıydı.Zamanın öğretmenlik yönünü de senle öğrendim,sen aynı zamanda benim en iyi öğretmenim oldun.Refikim,sevdiğim,dostum olmadın ama öğretmenim oldun.Zaman,hiç kimse için kendini harcamamayı,kimseye hakettiği değeri tamamıyla değil-bir derece az hissettirmeyi öğretti.Sen,esasında pek öğretmenlik yapmadın-doğrusu;zamanın öğrettiklerini kahama herdem yeniden ve canımı yakmaktan zevk alarak çaktın.Dolayısıyla öğretmenliğin acımasızlığınla alakalı bir gösteriydi.Öyleyse "öğretmenlik" tanımımı hemen şöyle değiştireyim "Sen iyi bir trajedi senaristiydin." Kötü oyunculuğunu trajedide bir üstad ustalığında sergileyebiliyordun.
Geçti işte çeyrek asır.Mutluluğum oldu seninle,sen benimle hiç mutlu olmadın.Bu,benim senin için yanlış ve istenmeyen kişiliğime işaret miydi acaba?Azıcık mutlu olmaya/mutluluğuma ortak olmaya çalışsaydın bir şey değişir miydi acaba?İhtimal.İkimiz arasındaki fark sanırım benim kalbe bakışımdı,az ile mutmain olmam,çeşitliliği sevmememdi.Senin ise,kalbi hiç ciddiye almayışın,maddiyata daha önem vermen,çok olanı sevmen,çeşit bolluğunu sevmendi.Ve,benim en kötü tarafım haliyle zaafım-hayatım boyunca zayıfım;tutumsuzluğum,parasızlığım.
Her "Bu paraları ne yaptın?" sorunuza verdiğim "Bilmiyorum!" cevabımı yineleyeyim;bilmiyorum.19 yaşımda okulu bıraktım ve o gündenberi çalışıyorum.İyi-kötü her işte en iyisini yapmaya çalıştım,işimde hiç kaytarmadım.Tabiri caizse;eşşek gibi çalıştım.İyi de kazandım.Ama,hep kaybettim.Varken de yokken de kaybettim,tıpkı sevdalarım gibi.Hani derler ya "Adam gibi..." Hiç adam gibi giyinemedim,yiyemedim,gezemedim,karı-kız hikayemdebhiç olmadı,kumar oynamadım,içki içmedim;ama hep kaybettim.Nasıl bir hayattır anlayabilmiş değilim/anlayamadığımıda anlatamadım.Bir gün oturup bir lokantada karnımı doyuramadım,bir takım elbisem olmadı hiç,görmek-gezmek istediğim hiç bir yeri gezemedim.Bir arkadaşımı yemeğe götüremedim,bir arkadaş topluluğuyla yemeğe-gezmeye-eğlenmeye gidemedim "ya hesap ödemek zorunda kalırsam?.." Bu korku korkularımın en büyüğü oldu daima.Oysa,çalışıyor ve kazanıyordum yani kaybediyordum.Daha da kötüsü;tüm bu çabalarımın sonucu üstelik borçlu yaşamak oldu.Parayla ilişkim yeryüzündeki en açıklanamaz ilişkidir.Hiç bir bilinmeyenli problem bu kadar bilinmeyenli olamaz."Ben nerede yanlış yapıyorum?"Hiç bir yerde!Ben nasıl kaybediyorum;bilmiyorum!
Bu halimden dolayıdır ki hep evliliğin bana göre olmadığına,eskaza yada zoraki bir evlilik durumunda birgün hayatımın ve o kişinin hayatının kötü bir hale düşeceğini düşünmüşümdür.Ve evlilikten kaçmışımdır.Ev,evlilik maddiyat üzerine kuruludur yarı yarı,sade sevgi ile,saygı ile yürümez elbette.Sevgi var,saygı var,para yok,olmuyor,olamıyor,olduramıyorum.Çalışıyorum ve süfli bir hayatın içinde debeleniyorum.İstenen bir hayat mıdır bu,kim böyle bir çukurda debelenmek ister?Sokaklarda yaşayan tinercilerden farksız yaşadım yılları.Onlardan tek ve açık farkım okumamdı hatta bu fark para biriktirebilenlerle de aramda çok belirgindi.Okudum,din,tarih,siyaset,biyografiler,şiirler...Yurtyeri'nevgiderken okumak için bulduğum gazete parçalarından duyduğum o derşn mutluluğu sonraki yıllarımda bulamadım.O-istem dışı elimi ilk ve son kez tuttuğunda bile o mutluluk yoktu.Okuduklarımın etkisiz olduğu iki alan;parayla ilişkimi değiştirememesi ve hayallerime etki edememesidir.Bu,bir nevi sıradışılık;çok okuyor ama hayallerin okuduklarından bağımsız oluyor...çok çalışıp aç yaşamakla aynı değil mi?
Bu,benim hikayem.Sen,bu hikayede devrik-yıkık cümlelersin.Hikayeme şu an ki yaşımın yarısında dahil edildin-hikayene hayatının hatası olarak zorla sokuldum.Bir isteksizlik ve bir güç yetmezliğin sonunda oluşturulan bu hikaye kısmi ve görece bir mutluluk tablosudur/daha çok oynanmaması gereken bir acıklı hikayedir burdan sana düşen.Ben bu hikayenin; kötü,yetersiz,sana az gelen,lanetli esas oğlanıyım.Öyle demiştin "Ben sana fazlayım!" öyleyse,ben sana az'ım.
Geçiyor işte ömür,"yolun sonu görüküyor!"Yaşadığım güzel günlerde oldu arada.En çok olan ise;BEN,TÜM HAYATIMI KENDİME YÜK OLARAK BİTİRDİM.İnsanın kendine yük olması hali-halinin ağırlığını mütemmim anlatabilecek ifade-kelime-cümlenin henüz kurulduğuna inanmıyorum.Edebiyat/yazın böyle bir tanım yapamadı dahaca.
Hiç yazım olmadın,sonbaharım olmadın.Doğrudan ilkbahar olarak geldin-kısaca öyle kaldın ve kış oldun.İlkbaharken bile kış kokardın ve bunu aşikar etmekten hiç sakınmadın.Bundandır ki;beni hayatına sokuşturulmuş bir sonbahar gibi gördün hep ve benden hep kış kokusu aldın.Sonbaharken bile üşüdüğünü hissettirdin her daim.Oysa,sonbahar üşümek için erken,ısınmak için geç bir zamandır.
Bu benim hikayem...benim bile sevmekten çoğunlukla imtina ettiğim,kendimi sorgularken karşılaştığım "bilmiyorum"lardan sıkıldığım hikayem,BİLMİYORUM!..
Yorumlar
Yorum Gönder