FOTOBİYOGRAFİ 2/2
FOTOBİYOGRAFİ 2/2
"İçli bir türkü" içinde ki mağaralarda unutulmuş nice hatıranın böğrüne-böğrüne kakarak uyandırır "bir hoş olmak"la-bir boşlukta olmayı aynı anda yaşamaya başlarsın.Türküyü tekrar tekrar başa sararsın-başa sardığın yılların pusları arasında dolaşmakla düşmek arasındaki geriye dönüşte.
Mayıs'ın sonlarına doğru Zinav'a göç zamanıdır." Mallar"ı katarsın önüne,yükleri ata,eşeğe yada kağnıya yükleyen büyükler sonradan yola çıkarlar.Otlatarak gittiğin için "sen" onlardan sonra varırsın Zinav'a.Onlar,varır,taş evlere eşyaları yerleştirirler,köşküyü yaparlar,"suyu-seli" getirirler.İkindiyi geçerek "sen" vasıl olursun Zinav'a.
Zinav;doğusu uzunca bir inişin, kendisinden isim aldığı gölü besleyen çay düzlüğünde son bulduğu,batısı yükselen çalılıklarla çevrili,kuzeyi yine uzunca/ormansı çalılıklarla inişli-yokuşlu çevrili,güneyi düzlük sayılabilecek bir yapıda ve yine "tel" diye adlandırdığımız koruma altındaki ormansı alanlarla çevrili küçük bir düzlükte kurulu yaylamız.Hatırladığım kadarıyla,son olarak '90'larda pek az aile konup-göçtü.2000'lerde gittiğimde yayla olmaktan çıkmıştı.Evler yıkılmış,her tarafta/daha önceleri olmayan alıçlar kaplamıştı.Buzağıların yayıldığı düzlükler,mandaların yattığı bataklıklar ağaçsı çalılıklara dönüşmüştü.Babaannemin,o eşsiz merhametine,sevgisine muhatap olduğum evimizi bile bulamamıştım.Evler yıkılmakla kalmamış,adeta,evlerin yerleri de karışmıştı.
"Şu karşı yaylada göç katar katar,
Bir güzelin derdi serimde tüter,
Bu ayrılık bana ölümden beter,
Geçti dost kervanı eyleme beni."
"Pir Sultan Abdal'ım kalkın aşalım,
Aşıp yğce dağı engin düşelim,
Çok nimetin yedik helallaşalım,
Geçti dost kervanı eyleme beni."
İşte-tamda bu türkünün anlattığı gibiydi Zinav'ın hikayesi."Katar katar" değilse de sıralanırdı göçler.Bu göç işi bir kaç gün devam ederdi.Bir haftada kırk civarında aile Zinav'lı olurdu.Bu küçük düzlükte kurulu yaylamızın,iki yanında evlerin sıralandığı bir yol vardı ortasında.Güney yönünde ki evler,sırt-sırta yaslanmış bir şekilde yapılmıştı.O,ortada ki yola bugün cadde,o yapılaşmaya bitişik nizam diyoruz değil mi?Kuzey yönünde ki evler genelde-bugünün plansız şehirleşmesinin ilk uygulaması gibiydi;biraz karışık,öylesine serpiştirilmiş.Bazı evlerin arasında iki kişi yanyana zor yürüyebilirdi.
Zinav,sade bir yayla değildi,bir yaşam biçimiydi.Belki,en geç Ekim'in ortasına kadar yaşanan bu yer/yaşayanlarında bir "Biz!" lik/köydekilerde ise bir "Onlar!" hali oluşturmuştu.Göç işi bitip-yerleşme tamamlandığında benim bildiğim bir hiyerarşisi vardı ve otomotik olarak devreye girerdi.Zinav'ın hiyerarşik yapısında "en üst"te Pelüzegilin "Fadik eci" vardı.Zinav'a göçtüğümüz sürece bu "üst" telik hiç değişmedi.Eşi Kazım dayı bile bu "üst"telikten faydalanıyor gibi gelirdi bana.
Zinav,fotoğraf galerimde en güzel karelerle bulunur.
" Mal"ları otlatarak götürüyoruz ya...Mercimek Yüzü'den sonra başlar hikaye.Köyden Mercimek Yüzü'ne bir saatte falan çıkarırdık sığırları.Gavurlara aşağı salardık,otlayarak ve öğlene doğru çaya inerdik.Bu arada dokunan zaman gergefine,alevi çobanların kaval sesleri,saz/bağlama sesleri ve "alevi türküleri" nakış nakış işlenirdi.Gedehor'un altına doğru salarlardı koyunları,çalılıklar arasında-çaya bakan bir kaya vardı,o kayanın üstünde,etrafında "konser verirlerdi." O kavalın,o sazların sesleri,o "alevi türküleri" "uzaktan uzağa" nasıl büyülü gelirdi...Aradaki mesafeyi aşarken,çayın üzerine çökmüş sisteki nemi emip gelir,dokunduğu kulaktan kalbe ulaşır ve orda sıcacık duyguların filizlenmesine-büyümesine sebep olurdu sanki.Hatta,o duyguların,bugünlere kök salmasına ortam oluşturmuş.Bu türküler,ne kadar Alevilerin olsa da,uyandırdıkları duygular sadece sevgi rengindeydi/ne Sünni,ne Alevi.Sevda,bu türkülerin hammaddesi,ayrılık yapıştırıcısı,hasret elbisesiydi/şimdi öyle ayrıştırabiliyor yada çözümlüyorum.
O türkülerde; esmer-buğday yüzlü,genelde "kara gözlü" incecik belli,salınarak yürüyen,hep pınardan/çeşmeden gelen,utanarak bakan-baktığında kar gibi eriten kızlar gezerdi.O kızlar da Sünni yada Alevi değillerdi;"sevdüğüm/sevdiceğim!"diler sadece.Ter kokarlardı-koktularında ve terleri-kokuları nice "dağ gibi genci kar gibi eritir"di.O türkülerde,bir sevdanın ateşinde yanan nice gencin külleri vardır,nice gencin kırık kalbi,nice yollara dalmış göz...o türküler,Gedehor'un altında söylenirdi lakin nice gönülde demlenirdi.Bu " malları Zinav'a götürme" işinin,alevi çobanların kavalı,sazı,türküleri refakinde geçen kısmı,Zinav'ı hatıralar ormanının dev ağacı yapar.Bugünden dün'e bakarken gözüme ilk bu ağaç "çarpar!"
Saniye eci,Zinav'ın hanımağasıydı tanımlanacaklardan biri olarak.Evleri de bir köşede ve müstakil.Hanımağa olması,Fadik ecinin muhtarlığına dokunmaz.KuşAhmet'in Emine eci'de hiyerarşide bir yerdeydi,sözüne dikkat edilirdi.En zarif,en harka insanların ilk sırasındaydı Zarife ebe."Nasıl" temiz yüzlü,yumuşak ve tatlı dilli bir insandı öyle!?.Bir "Yavrum!" deyişi vardı/"Anamm!!" diyesiniz gelirdi.Evimizin,bir tarafında Zarife ebe,bir yanda Çetenegilin Şerife ecinin evleri vardı.Akşam "eve kapanınca" evden-eve kısa sohbetler olurdu.Buzağılığın yanında bir ateş,bir idare lambası-loş bir ortam ve duvarların ardından sıcacık,samimi konuşmalar.
Zinav'ın bir yazılığı vardı.Şimdinin mesajlaşması o yazılık üzerinden olurdu "biraz!" Doğu tarafta,kızıl-katmanlı kayalık vardır,oraya-katmanların düz yüzeylerine isimler, "seviyor"lar yazılırdı.Zinav,güneşin daha aydınlık,daha sıcak doğduğu bir yerdir.Hele,evinizin kapısı doğuya bakıyorsa ve o evde sizi gün doğmadan uyandırmayan bir babaanneniz varsa...
Evimizin kapısının tahtaları aralıklı yapılmıştı.Tahtalar arasında yarım santimden fazla aralıklar vardı ve sabahları,koyu kızılımsıdan-açık sarıya evrilen renkleriyle güneş o aralıklardan üzerime düşerdi.Babaaanem,inekleri sağmış,hayvanları keşiğe katmaya gitmiştir.Kapı aralıklarından güneş,aynı aralıklardan ve eğreti örülü taş duvarlardan insan ve hayvan sesleri dolardı içeriye.Ne ışık,ne sesler,Zinav'da rahatsızlık sebebi değildir hatta,o günden-bugüne bir ninni,bir sevdicek uyarması,bir anne memesi gibidir.Sevda emer,sevgilinin adı kulağına gelir yön gösterir.
Zinav,köyde oynanamayacak-mahsus oyununun da olduğu yerdir.En çok oynananı Tilki Baba'dır.Bir grup çocuk içinden biri sırtına semer koyar,bazan yada kısa zamanlı semere birinin " bindiği"de olurdu ve evler tek tek dolaşılırdı ve kapısı çalınan evdekiler çoğunlukla birşeyler;yumurta,tereyağı,çökelek,domates verirlerdi.Toplanan nevale-topluca yenirdi.Bu oyun çoğunlukla akşam-günbatımını takiben oynanırdı.Hatırladığım en son Tilki Baba oyununda toplanan domatesi,çökeleği,bolca tereyağı ile koca bir tencerede ve Ortadağ'da pişirmiş,avuçlayarak yemiştik.Lezzeti için hala bir kıyas yapmam/belki,ortamın lezzetiydi.
Zinav,anlatımı çok uzun sürecek ve anlatıldıkca hatıraları deşen bir yerdir bende."Bir hoş"luk,biraz alevi türküleri-kavalları-sazlarıdır.Bugün o günleri yaşamak imkanım olsa aynı hazzı alabilir miyim;sanmıyorum.O kapının arasından sızan ışıkları,duvarlardan gelen sesler karışımını,babaannemin sevgi ve merhametini,Şerife eciyi,Zarife ebeyi,Nezük eciyi,Fadik eciyi...nasıl geri getirmek mümkün değilse...o hazzı,o lezzeti de bugün aynı biçimde yaşamak ancak bir iddia olabilr.
Geçtim-gittim neyleyim:zamanda dönüşsüzüm
Dünden kalanlar kalmış/hayalsizim-düşsüzüm.
"İçli bir türkü" içinde ki mağaralarda unutulmuş nice hatıranın böğrüne-böğrüne kakarak uyandırır "bir hoş olmak"la-bir boşlukta olmayı aynı anda yaşamaya başlarsın.Türküyü tekrar tekrar başa sararsın-başa sardığın yılların pusları arasında dolaşmakla düşmek arasındaki geriye dönüşte.
Mayıs'ın sonlarına doğru Zinav'a göç zamanıdır." Mallar"ı katarsın önüne,yükleri ata,eşeğe yada kağnıya yükleyen büyükler sonradan yola çıkarlar.Otlatarak gittiğin için "sen" onlardan sonra varırsın Zinav'a.Onlar,varır,taş evlere eşyaları yerleştirirler,köşküyü yaparlar,"suyu-seli" getirirler.İkindiyi geçerek "sen" vasıl olursun Zinav'a.
Zinav;doğusu uzunca bir inişin, kendisinden isim aldığı gölü besleyen çay düzlüğünde son bulduğu,batısı yükselen çalılıklarla çevrili,kuzeyi yine uzunca/ormansı çalılıklarla inişli-yokuşlu çevrili,güneyi düzlük sayılabilecek bir yapıda ve yine "tel" diye adlandırdığımız koruma altındaki ormansı alanlarla çevrili küçük bir düzlükte kurulu yaylamız.Hatırladığım kadarıyla,son olarak '90'larda pek az aile konup-göçtü.2000'lerde gittiğimde yayla olmaktan çıkmıştı.Evler yıkılmış,her tarafta/daha önceleri olmayan alıçlar kaplamıştı.Buzağıların yayıldığı düzlükler,mandaların yattığı bataklıklar ağaçsı çalılıklara dönüşmüştü.Babaannemin,o eşsiz merhametine,sevgisine muhatap olduğum evimizi bile bulamamıştım.Evler yıkılmakla kalmamış,adeta,evlerin yerleri de karışmıştı.
"Şu karşı yaylada göç katar katar,
Bir güzelin derdi serimde tüter,
Bu ayrılık bana ölümden beter,
Geçti dost kervanı eyleme beni."
"Pir Sultan Abdal'ım kalkın aşalım,
Aşıp yğce dağı engin düşelim,
Çok nimetin yedik helallaşalım,
Geçti dost kervanı eyleme beni."
İşte-tamda bu türkünün anlattığı gibiydi Zinav'ın hikayesi."Katar katar" değilse de sıralanırdı göçler.Bu göç işi bir kaç gün devam ederdi.Bir haftada kırk civarında aile Zinav'lı olurdu.Bu küçük düzlükte kurulu yaylamızın,iki yanında evlerin sıralandığı bir yol vardı ortasında.Güney yönünde ki evler,sırt-sırta yaslanmış bir şekilde yapılmıştı.O,ortada ki yola bugün cadde,o yapılaşmaya bitişik nizam diyoruz değil mi?Kuzey yönünde ki evler genelde-bugünün plansız şehirleşmesinin ilk uygulaması gibiydi;biraz karışık,öylesine serpiştirilmiş.Bazı evlerin arasında iki kişi yanyana zor yürüyebilirdi.
Zinav,sade bir yayla değildi,bir yaşam biçimiydi.Belki,en geç Ekim'in ortasına kadar yaşanan bu yer/yaşayanlarında bir "Biz!" lik/köydekilerde ise bir "Onlar!" hali oluşturmuştu.Göç işi bitip-yerleşme tamamlandığında benim bildiğim bir hiyerarşisi vardı ve otomotik olarak devreye girerdi.Zinav'ın hiyerarşik yapısında "en üst"te Pelüzegilin "Fadik eci" vardı.Zinav'a göçtüğümüz sürece bu "üst" telik hiç değişmedi.Eşi Kazım dayı bile bu "üst"telikten faydalanıyor gibi gelirdi bana.
Zinav,fotoğraf galerimde en güzel karelerle bulunur.
" Mal"ları otlatarak götürüyoruz ya...Mercimek Yüzü'den sonra başlar hikaye.Köyden Mercimek Yüzü'ne bir saatte falan çıkarırdık sığırları.Gavurlara aşağı salardık,otlayarak ve öğlene doğru çaya inerdik.Bu arada dokunan zaman gergefine,alevi çobanların kaval sesleri,saz/bağlama sesleri ve "alevi türküleri" nakış nakış işlenirdi.Gedehor'un altına doğru salarlardı koyunları,çalılıklar arasında-çaya bakan bir kaya vardı,o kayanın üstünde,etrafında "konser verirlerdi." O kavalın,o sazların sesleri,o "alevi türküleri" "uzaktan uzağa" nasıl büyülü gelirdi...Aradaki mesafeyi aşarken,çayın üzerine çökmüş sisteki nemi emip gelir,dokunduğu kulaktan kalbe ulaşır ve orda sıcacık duyguların filizlenmesine-büyümesine sebep olurdu sanki.Hatta,o duyguların,bugünlere kök salmasına ortam oluşturmuş.Bu türküler,ne kadar Alevilerin olsa da,uyandırdıkları duygular sadece sevgi rengindeydi/ne Sünni,ne Alevi.Sevda,bu türkülerin hammaddesi,ayrılık yapıştırıcısı,hasret elbisesiydi/şimdi öyle ayrıştırabiliyor yada çözümlüyorum.
O türkülerde; esmer-buğday yüzlü,genelde "kara gözlü" incecik belli,salınarak yürüyen,hep pınardan/çeşmeden gelen,utanarak bakan-baktığında kar gibi eriten kızlar gezerdi.O kızlar da Sünni yada Alevi değillerdi;"sevdüğüm/sevdiceğim!"diler sadece.Ter kokarlardı-koktularında ve terleri-kokuları nice "dağ gibi genci kar gibi eritir"di.O türkülerde,bir sevdanın ateşinde yanan nice gencin külleri vardır,nice gencin kırık kalbi,nice yollara dalmış göz...o türküler,Gedehor'un altında söylenirdi lakin nice gönülde demlenirdi.Bu " malları Zinav'a götürme" işinin,alevi çobanların kavalı,sazı,türküleri refakinde geçen kısmı,Zinav'ı hatıralar ormanının dev ağacı yapar.Bugünden dün'e bakarken gözüme ilk bu ağaç "çarpar!"
Saniye eci,Zinav'ın hanımağasıydı tanımlanacaklardan biri olarak.Evleri de bir köşede ve müstakil.Hanımağa olması,Fadik ecinin muhtarlığına dokunmaz.KuşAhmet'in Emine eci'de hiyerarşide bir yerdeydi,sözüne dikkat edilirdi.En zarif,en harka insanların ilk sırasındaydı Zarife ebe."Nasıl" temiz yüzlü,yumuşak ve tatlı dilli bir insandı öyle!?.Bir "Yavrum!" deyişi vardı/"Anamm!!" diyesiniz gelirdi.Evimizin,bir tarafında Zarife ebe,bir yanda Çetenegilin Şerife ecinin evleri vardı.Akşam "eve kapanınca" evden-eve kısa sohbetler olurdu.Buzağılığın yanında bir ateş,bir idare lambası-loş bir ortam ve duvarların ardından sıcacık,samimi konuşmalar.
Zinav'ın bir yazılığı vardı.Şimdinin mesajlaşması o yazılık üzerinden olurdu "biraz!" Doğu tarafta,kızıl-katmanlı kayalık vardır,oraya-katmanların düz yüzeylerine isimler, "seviyor"lar yazılırdı.Zinav,güneşin daha aydınlık,daha sıcak doğduğu bir yerdir.Hele,evinizin kapısı doğuya bakıyorsa ve o evde sizi gün doğmadan uyandırmayan bir babaanneniz varsa...
Evimizin kapısının tahtaları aralıklı yapılmıştı.Tahtalar arasında yarım santimden fazla aralıklar vardı ve sabahları,koyu kızılımsıdan-açık sarıya evrilen renkleriyle güneş o aralıklardan üzerime düşerdi.Babaaanem,inekleri sağmış,hayvanları keşiğe katmaya gitmiştir.Kapı aralıklarından güneş,aynı aralıklardan ve eğreti örülü taş duvarlardan insan ve hayvan sesleri dolardı içeriye.Ne ışık,ne sesler,Zinav'da rahatsızlık sebebi değildir hatta,o günden-bugüne bir ninni,bir sevdicek uyarması,bir anne memesi gibidir.Sevda emer,sevgilinin adı kulağına gelir yön gösterir.
Zinav,köyde oynanamayacak-mahsus oyununun da olduğu yerdir.En çok oynananı Tilki Baba'dır.Bir grup çocuk içinden biri sırtına semer koyar,bazan yada kısa zamanlı semere birinin " bindiği"de olurdu ve evler tek tek dolaşılırdı ve kapısı çalınan evdekiler çoğunlukla birşeyler;yumurta,tereyağı,çökelek,domates verirlerdi.Toplanan nevale-topluca yenirdi.Bu oyun çoğunlukla akşam-günbatımını takiben oynanırdı.Hatırladığım en son Tilki Baba oyununda toplanan domatesi,çökeleği,bolca tereyağı ile koca bir tencerede ve Ortadağ'da pişirmiş,avuçlayarak yemiştik.Lezzeti için hala bir kıyas yapmam/belki,ortamın lezzetiydi.
Zinav,anlatımı çok uzun sürecek ve anlatıldıkca hatıraları deşen bir yerdir bende."Bir hoş"luk,biraz alevi türküleri-kavalları-sazlarıdır.Bugün o günleri yaşamak imkanım olsa aynı hazzı alabilir miyim;sanmıyorum.O kapının arasından sızan ışıkları,duvarlardan gelen sesler karışımını,babaannemin sevgi ve merhametini,Şerife eciyi,Zarife ebeyi,Nezük eciyi,Fadik eciyi...nasıl geri getirmek mümkün değilse...o hazzı,o lezzeti de bugün aynı biçimde yaşamak ancak bir iddia olabilr.
Geçtim-gittim neyleyim:zamanda dönüşsüzüm
Dünden kalanlar kalmış/hayalsizim-düşsüzüm.
Yorumlar
Yorum Gönder